Almanya’ya ilk geldiğim aylar içinde, A2 karayolu üzerinde kendi sürdüğüm araç ile yolculuk halindeyken ’27 Gaziantep’ plakalı bir tır ile karşılaştığımda, iç içe geçmiş, tarifi zor bir coşku yaşamıştım.
Sanki yıllardır görmediğim bir dost ile aniden karşılaşmanın verdiği şaşkınlık gibi selam verdim nakliye şoförüne, kornaya hafif hafif dokunarak… O da bunu anlamış olsa gerek müşfik bir korna sesi ile selamıma karşılık verdi.
Biz Türkler kornanın sesinden, şiddetinden selam mı veriyor sövüyor mu anlarız. Araç içindekilere seslenip, ‘El sallayın el sallayın! Bak adam Antep’ten geliyor, bak bak Türkiye’den geliyor kızım!’ diye sevinç nidaları attım.
Gözden kaybolana kadar dikiz aynasından 27 plakalı tırı seyrettim. Göz pınarlarımdan yanaklarıma bir kaç damla yaş süzüldü usulca. Araç içindekiler bir anlam veremediler bu durumuma. Sonraları 14 Bolu, 33 Mersin, 34 İstanbul plakalı tırları görünce de yaşadım benzer duyguları. İlk yaşadığım o duygu karmaşası kadar olmasa da selam vermeyi sürdürdüm.
Sonraları artık sıradan bir durum gibi gelmeye başladı, belki yanlış anlayan ya da dikkati dağılan olur diye vaz geçtim bu huyumdan. Uzun yıllar Türkiye’yi bir uçtan bir uca dolaştım, tüm illerin plakasını hem böylelikle hem de Hakkari Yüksekova dağlarında şafak sayarken ezberledim.
Gurbet insana pek çok farklı duygular yaşatıyor. Mesela daha önce anlam veremediğiniz ‘kurulu düzen’in ne ifade ettiğini anlamaya başlıyorsunuz. Daha çok insan tanıdıkça, ‘Buradaki Türklerin Türkler ile konuşmamasına şaşırmamak gerek!’ diye, içinizden gizli saklı bir tokat atıyorsunuz, karşınızdaki insan görünümlü bencil, kibirli, duygusuz, varoş ruhlu sonradan görmeye!
Gençliğimin en hoş zamanında, 27 yaşımda geldiğim bu ülkede, kendimi, yerini yadırgamış, güneşe hasret, düzenli sulanmayan, zindan misali kendine dar gelen bir saksıya hapsedilmiş, boynu bükük, yaprakları solgun, gövdesi yorgun, çiçekleri çoktan dökülmüş ve toprak üzerinde kurumuş bir çuha çiçeği gibi hissediyorum.
Zorlanıyorum, yoruluyorum, direniyorum ama gün geçtikçe içime kapanıyorum… Bazen dünyaya hiç gelmemişcesine kül olmak bazen hatırlanmak için eserler bırakmayı istiyorum.
Savaş bitmiş, barış sağlanmış, şehirler imar edilmiş, insanlar günlük yaşamlarına dönmüşler ve çocuklar sokaklarda oynamaya başlamışlar olsa da ben cephede unutulmuş bir asker gibiyim!
Ragıp Kâmil Kültigin İlbeyi